entry'ler (81)

hastası olunan sözler

--spoiler--

kadın olmak: or.spulaşmadan alımlı, çocuklaşmadan masum, sertleşmeden cadı, laubalileşmeden esprili, ağlaklaşmadan duygusal, taşlaşmadan güçlü, kasılmadan ölçülü, soğuklaşmadan zarif, kibirleşmeden zeki.... hep anaç, hep duygulu, hep güçlü, hep güzel, hep kibar olmak....

--spoiler--

ece temelkuran dan meral okay a

--spoiler--

Meral için...


Yazmam böyle şeyleri. Özel meseleler bunlar. Ama sanırım bu kez kayda geçmeli. Niye? Anlatacağım.

Sabah sekizdi galiba, belki daha erken. Uyuyorum. Telefon çalıyor, telefonda bir kadın hüngür hüngür ağlıyor:"Yazını okuyorum şimdi onun mezarı başında. Bugün Yaman'ın ölüm yıldönümü."Susuyorum.Ağlarken şaşkınlığıma gülüyor:"Meral Okay ben."

Yıl 2002'ydi. Irak'a savaş açacaklardı, Meclis'te harıl harıl fezleke çalışması. Mehmet Ali Alabora ile birlikte Savaş Karşıtları sözcüsü yaptılar ikimizi. Kafası kesik tavuk gibi koşturuyoruz, bir Ege Üniversitesi'ndeyiz, bir ODTÜ'de, hatta bir gece Ankara'da Roman mahallerinde davulcu zurnacı örgütlemekte. Geceleri sokaklarda binlerce insan beraber zıpladığımızı hatırlıyorum şimdi:

"Öldürmiycez ölmiycez! Kimsenin askeri olmıycaz!" Arjantin'den dönmüşüm. Kafam bir gönül meselesine bozuk, fena bozuk. O sebeple zaar, Arjantin eylemleri ile Irak işgali arasında, o hengamede yani, bir aşk yazısı yazmışım demek. Hatırlamıyorum şimdi hangi yazı. Bilmem numaramı nasıl buldu, telefonda Meral Okay o yazıya ağlıyor sarsılarak. Ben böyle tanıştım Meral'le. Aşk, o zaman, Yaman'a bir zamanlar yazdığı mektubunda söylediği gibi, "Her şeyin üzerinden atlayabiliyordu". Aşk yüksek atlayabildiği için belki, savaş Türkiye'yi geçip uzun atlayabiliyordu...

Aynı yıl. Sezen konserler veriyor. Ermenice, Yunanca ve Kürtçe şarkılar söylüyor, çocuklarla beraber sahnede. Yer yerinden oynuyor. Paşalar çıldırmış, vatandaş (!) ayakta. izmir'de konser verilmiş, istanbul'da verilecek. Fakat Sezen tedirgin. Bir yazı yazıyorum o zaman. Yazıyı sevmiş, Meral'den almış numaramı, Sezen arıyor bu sefer. Konsere davet ediyor. O günlerde de ne varsa, tansiyonum inip çıkıyor. Konser muhteşem. Meral kulise götürürken beni "Meral ben iyi değilim, tansiyonum yükseliyor galiba" dememle küüt! Kulisten içeri yuvarlanıyorum. Gözümü açtığımda sağ kolumda Sezen tansiyonumu ölçüyor, sol yanımda Cemil ipekçi nabzımı alıyor. Ayakucumda Mehmet Ali Birand, Zeynep Oral ve Güler Sabancı! Bir ölümlü bu ebatta bir absürdlüklükle sınanmamalı.

Ertesi sabah yine çok erken bir saatte -erken aramak bu ekibin huyu, böylece anlıyorum bunu- telefonda tanıdık bir ses:"Bak ben sordum, keçiboynuzu yiyecekmişsin tansiyon için. Göndereyim mi keçiboynuzu!"Duraklayınca ben:"Sezen ben, Sezen!"Çok güldüydük o telefonda ve sonra Meral'le. "Bana bunu yapmayın" dedim, "Gözümü açıyorum Sezen tansiyon alıyor, gözümü kapıyorum bir sabah sen arayıp ağlıyorsun! Sarsmayın beni arkadaş!"

Meral'in bütün gövdesini sarsan bir gülüşü vardı, dipten gelen. Yüzünün tamamıyla gülerdi...

O günler iyi günlermiş. Şimdi bakınca... Sonra Türkiye'ye ağır ağır bir şey olmaya başladı. Sinsi bir tür nefret başını çıkardı bütün duyguların arasından. Alaycılık bütün üslupların arasında belirginleşmeye başladı. "Başka şeyler söylemek lazım" diyenleri askerler değil, hayaletler kovalamaya başladı. Bizans entelejansiyası bir kalyon gibi gıcırdayarak yön değiştiriyordu. Meral, Yaman'ı anlattığı mektubunda söylemiş: "Herkes kendi bacağından asılan koyunlar tarifinde"! Sanki o gün yağan yağmurlar -bugünden bakınca bir kez daha- bu çamurları getirdi. Bu dönemi sonra anlayacağız. Şimdi anlamaya çalışanların başına iş geliyor, malum.

Yıl 2005. Beyoğlu'nda bir kahvede kırık Türkçeli bir adam yaklaştı. Gömlekli, kumaş pantolonlu ve gayetten özgüvenli. Beyefendinin sadece bir yıl sonra beni "Beynelminel" adlı filminde gazeteci rolüne çıkaracağını kim bilebilirdi? Sırrı, o filmde beni "artiz" yapıp, Meral'i de konsomatris rolüne çıkararak bir dönemi anlattı. Şimdi bakıyorum Meral'in yarım yamalak yazılmış biyografisine. Aceleyle hazırlandığı öyle belli ki. "12 Eylül döneminde yaşadıklarını Beynelminel filmine yansıttı" diyor biyografiler, kesip kesip yapıştırmış bütün siteler. TiP'in işyeri temsilciliğini yapmış, sonuna kadar her röportajında muhalif olduğunu hissettirmiş bir kadının, aşkını ve isyanını memleketiyle birlikte yaşadığı on yıllar öyle bir cümle ile... Neyse.

Sonra davalar başladı. Sonra Türkiye biraz daha değişti. Taşları bağladılar azizim, taşları sıkı sıkı bağladılar. O yüzden Meral ciğerinin derdine düşmüşken, o güzelim kadını, tehditler yüzünden ev taşımak zorunda bıraktılar. Muhteşem Yüzyıl'da Kanuni, Hürrem'i öptü diye ve bilmem hangi kutsallar zedelendi diye, kanser tedavisi sırasında Meral'i polis korumasına mahkum ettiler. Sübhaneke, dinimiz, amin. Taşları bağladılar azizim, geri kalan herkesi susturdular. Sadece ezberlettikleri şarkıları söyleyebilenleri ekranlara oturttular. Öpüşmeden aşık olanlar, kavga etmeden yenenler, cin olmadan adam çarpanlar ülkenin yeni kurallarını koydular.

"Bana bak! Söz ver bana. Konuşacaksın. Susmayacaksın"dedi Meral. Şubat ayında, o delirmiş gibi kar yağan günlerden birinde, yine bir sabah telefonunda:"Derhal buraya geliyorsun!""Kayda Geçsin" çıkmış, malum saldırılar başlamış. işsiz kaldığımda da aramış, ama Meral o günlerde kesinlikle daha yakın temas gerektiğine karar vermiş. Eve girdim, elinde televizyon kumandası, ekranda iki soytarı "Türkiye'de demokrasi ne güzel! Ah ne güzel!" makamından analiz manaliz bir şey yapıyorlar. Meral küfrediyor:"Kardeşim sen kendini daha beter mi hasta edeceksin!" dedim. "Yok yok" dedi, "Bana iyi geliyor. Küfrediyorum bol bol.""Anlat bakayım, ne oluyor?" dedi. Anlattım. "Delirtecekler beni Meral" dedim, o zaman işte "Bak ben kibarlıktan kanser oldum. Sus sus sus... Sonra böyle oldum. Bana bak! Söz ver bana..." Sonra 12 Eylül'ü anlattı. Biraz Yaman'ı. Ölüm tehditlerini anlattı. Cüppeli cüppesiz tehditleri... "Bir şey oldu bu memlekete. Kimse kimseyi sevmez oldu" dedi.

Sonra Meral gitti...

insanın en çok asaletini hırpalıyor memleketim. Ne ümidini, ne inadını ama en çok yasının asaletini... Eti parça parça koparan alıcı kuşlar gibi. Yaşarken onu kanser edenler, daha son nefesini verir vermez yağlı yağlı sırıtmaya başladılar internet sitelerinden. Bir araba irin. Ayıptı eskiden böyle şeyler. Ama Meral'in dediği gibi, "Bir şey oldu memlekete."

Onu ilk tanıdığım günlerde yüzbin insan yürüyorduk Ankara'da. "Savaşa hayır!" diyorduk. Gazetelerde harıl harıl savaşa karşı yazıyordu yazarlar. Yazmayanı çok ayıplıyorduk. Şimdi bakıyorum, ayıplayacak pek insan bırakmadılar. Şimdi bakıyorum da Meral'in kanseri, ayıplanacaklar karşısında kibarlık gösterip susmaktan olan kanseri yani, bu memleketle ilgiliydi. Meral'i uğurladığımız gün Suriye ile savaşın çıkmasından yakın bir ihtimal olarak bahsedildiği bir gün. Kimse yürümüyor sokaklarda. Yürüyenler ekseriyetle voltada. Sonra "Aşk niye yok?" diye sorarsanız diye Meral söylemişti mektubunda:

"Bir de aşık olunacak mecra kalmadı. Artık ortak alanları paylaşmıyoruz. Bizim agoramız yok artık. Herkes kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde.

Bu hem maddi hem manevi bir şeydir. Gelir, böyle adamı aşkta da emniyet arayan birine dönüştürüverir. Herkes kendi kişisel başarı öyküsünün peşinde. Belki de biz herkes için daha adil, daha vicdanlı daha temiz bir dünyanın düşünü paylaştığımız için başkalarıyla da bir arada durmanın ne kadar zenginleştirici bir şey olduğunu biliyorduk.

Şimdi bu duyguların esamesi okunmuyor. Yoksullaşmamız sadece ekonomik anlamda olmadı. Duygusal anlamda, dayanışma anlamında birbirimizin yaralarına bakma konusunda da yoksullaştık. Şimdi empati denen modern kavram var ya, biz onun ağababasını tanıyan ve buna içerilmiş bir dünyadan geldik buralara."

Yazmam böyle şeyleri, özel meseleler bunlar. Ama bu kanserin bu memleketle ilgisi var. Bu aşkın olduğu kadar...

Kederim sana nur olsun Meral.

Ece Temelkuran

--spoiler--

tanım: Ece temelkuran'ın yine döktürdüğü yazıdır

günün sözü

j.d. salinger adlı muhterem, çavdar tarlasında çocuklar'ı yazarken [muhtemelen neye sebebiyet vereceğini bilmediğinden olsa gerek] wilhelm stekel'den şöyle bir alıntı yapmış:

"olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir, olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir."

yusuf ile züleyha

--spoiler--

yusuf köledir, züleyha efendi; yusuf güzeldir, züleyha aşık; yusuf dillere destandır, züleyha dillere düşmüştür çoktan; bıçaklar keskindir, kadınlar meraklı; bıçaklar keskindir, yusuf güzel; etraf ıssızdır, züleyha ateşli; herşey ortadadır, kral çaresiz; zindan karanlıktır, yusuf çaresiz; günler zindandır, züleyha kimsesiz; tanrı birdir, züleyha bilir; rüya kesindir, yusuf bilir; bolluk güzeldir, tutumluluk iyi; kıtlık acıdır, ektiğini biçmek iyi; züleyha yaşlıdır, yusuf kral; züleyha yanmıştır, yusuf aşık; firavun aradan çekilmiştir, aşıklar buluşmuş.

--spoiler--

(bkz: nazan bekiroğlu)

yusuf ile züleyha

--spoiler--
züleyha yusuf'a bir mektup yazmaya başlayınca yusuf diye başladı, yusuf diye bitirdi. gördü ki, hitaptan öteye geçemedi. anladı ki, aşkın nâmesinde, ser-nâmeden öte kelam yok. ve züleyha'nın lügatında yusuf'tan öte sözcük yok. bil ki, kelamdan da öte sadece ah var, ah ki dünya onun üzerinde durur, gökkubbe onun hararetiyle döner...

--spoiler--

piedra ırmağı

efsaneye göre bu ırmağın sularına düşen her şey,yapraklar,böcekler,kuş tüyleri,bunların hepsi ırmağın yatağında taşa dönüşürmüş.

kürk mantolu madonna

--spoiler--

bir akşam eve dönerken mahallenin bakkalına uğramış,öteberi almıştım.tam kapıdan çıkacağım sırada, karşı evin bir odasında kira ile oturan bekarın radyosu, weber’in oberon operası uvertürünü çalmaya başladı. az daha elimdeki paketleri yere düşürecektim. maria ile beraber gittiğimiz birkaç operadan biri de buydu ve onun weber’e hususi bir muhabbeti olduğunu biliyordum;yolda, hep onun uvertürünü ıslıkla çalardı. kendisinden daha dün ayrılmışım gibi taze bir hasret duydum. kaybedilen en kıymetli eşyanın,servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. bunun sebebi herhalde “bu öyle olmayabilirdi!” düşüncesi,yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.

--spoiler--

günün sözü

"olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir, olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir."

(bkz: wilhelm stekel)

insan ne ile yaşar

--spoiler--

insanın kendisini düşünerek değil, sevgi ile yaşadığını öğrendim.
anne, çocuklarının hayatta kalmak için neye gereksinim duyduğunu bilme yetisine sahip değildi. ve hiçbir insan, akşama canlı ayakları için çizmeye mi, yoksa ölü ayakları için ayakkabıya mı gereksinim duyacağını bilemez.
eskiden, tanrının insanlara hayat verdiğini ve yaşamalarını istediğini bilirdim. şimdi bir şeyi daha öğrendim. anladım ki tanrı insanların ayrı ayrı yaşamalarını istemiyordu ve işte bu yüzden de, herkesin kendisi için neye gereksinim duyduğu bilgisini gizlemişti onlardan. tanrı, insanların birlikte yaşamalarını istiyordu ve işte bu yüzden onlara her biri ve herkes için neyin gerekli olduğu bilgisini açıklamıştı.
anladım ki, insanlar kendilerini düşünerek hayatta kalabileceklerini sanıyor ve aldanıyorlar, çünkü insan yalnızca sevgi ile yaşar, kim sevgi içindeyse, tanrı da içindedir, çünkü tanrı, sevgidir.

--spoiler--

günün sözü

--spoiler--

unutma hakiki erkek, yüzlerce erkekten meydana gelir. zaten bir zaman sonra,yüzlerce erkeğin sana verdiğini,bir erkekten beklemeyecek kadar olgunlaşmış olacaksın sen de... bir kadının aradığı o bir tek erkek, her zaman için hayali bir varlıktır. hiç olmamıştır.... her erkekte, aradığın erkeğin yalnızca bir parçasını bulursun. gerçek bir kadın için gerçek bir erkek allah gibidir, her yerdedir ve hiçbir yerdedir. aşk da budur zaten! başka bir şey değil.
aramaktan vazgeç demiyorum, bulmaktan vazgeç...

--spoiler--

aşk

--spoiler--

her hakiki aşk, umulmadık dönüşümlere yol açar. aşk bir milad demektir. şayet "aşktan önce" ve "aşktan sonra" aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir. birini seviyorsan onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir! o kadar çok değişmelisin ki, sen sen olmaktan çıkmalısın.

--spoiler--

suç ve ceza

--spoiler--

raskolnikov yürürken...
" nerede okumuştum, hani bir idam mahkumu ölümünen biraz önce şöyle söylemiş ya da düşünmüştü:
' yüksek ve sarp bir kayalıkta, ancak iki ayağımın sığabileceği dar bir çıkıntıda, dört bir yanım uçurumlar,
okyanuslar, sonsuz bir gece, sonsuz bir yalnızlık ve hiç bitmeyecek bir fırtınayla sarılmış durumda yaşamak zorunda olsam
ve bütün ömrümce, bin yıl boyunca, hatta sonsuza kadar o bir karış toprakta durmam da gerekse, o şekilde yaşamak,
şu anda bir yarım saat içinde ölecek olmaktan çok daha iyidir.'

yeter ki yaşaasındı, sırf yaşasın!
nasıl olursa olsun... ama yeter ki yaşasın!

--spoiler--

kürk mantolu madonna

--spoiler--

anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş.....

--spoiler--

friedrich wilhelm nietzsche

--spoiler--

hepimiz bazen birileriyle o kadar yakınlaşırız ki dostluğumuzu ya da kardeşliğimizi hiçbir şey engellemiyormuş gibi görünür, bizi ayıran küçücük bir köprü vardır, hepsi o kadar. ama tam sen bu köprüye adım atacakken, sana şu soruyu sorsam : bu köprüyü geçip bana gelir misin?
işte o anda artık bunu istemeyiverirsin, sorumu tekrarlasam öylece suskun kalırsın. o andan itibaren aramıza dağlar ve azgın nehirler girer, bizi ayıran ve birbirimize yabancılaştıran duvarlar bitiverir önümüzde ve bir araya gelmek istesek de artık yapamayız. ama o küçücük köprüyü düşündüğünde sözcüklere sığmayacak kadar büyüyüverir gözünde; yutkunur ve şaşar kalırsın.

--spoiler--

piedra ırmağının kıyısında oturdum ağladım

--spoiler--

sevmek tehlikelidir.
- biliyorum bunu. daha önce birini sevdim. sevmek; uyuşturucu almak gibidir. başlangıçta kendini iyi hissedersin, bütünüyle verirsin. ertesi gün, daha fazlasını istersin. henüz zehirlenmemiş, o duygudan hoşlanmışsındır ve onun üzerindeki egemenliğini sürdürebileceğini sanırsın. sevdiğin kişiyi ik...i dakika düşünür, sonraki üç saat boyunca unutursun.
ama, yavaş yavaş onun varlığına alışır, ona bütünüyle bağımlı hale gelirsin. böylece, onu üç saat düşünüp, iki dakika unutmaya başlarsın. yakınında değilse, bağımlılarının uyuşturucu bulamadıkları zaman hissettikleri şeyi hissedersin. uyuşturucu bağımlılarının, gerek duydukları şeyi bulamadıkları zaman hırsızlık yaptıkları, kendilerini aşağıladıkları gibi, aşk için her şeyi yapmaya sen de hazırsındır.

--spoiler--

bir çift yürek

--spoiler--

arkadaşlarıma bize özgü yarışlardan birini tanımlayabilmek için bir sıraya dizilip hızla koşmaya başlamalarını önerdim. en hızlı koşanın kazanmış olacağını söyledim. kabile halkı güzel, kara gözlerini kocaman açarak baktılar bana ve biri şöyle dedi:
- iyi ama bir kişi kazanırsa bütün ötekiler kaybetmiş olur. bunun nesi eğlenceli ki? oyunlar eğlenmek içindir. neden insanları böyle bir deneyime tabi tutup, sonra da tek bir kişiyi gerçekten kazananın o olduğuna inandırmaya çalışıyorsunuz? bunu anlamak bizler için çok zor. sizin insanlarınız bunu kabullenebiliyor mu?

--spoiler--

iz bırakan kitap cümleleri

"şimdi bu ılık ve hüznü ertelenmiş sonbaharda kalbime seslenirken biliyorum ki...
bizim dünyamız yuvarlak değil.
insanların dünyası bir tepsi gibi düz.
insan bir yolun sonuna vardığında kafasına dank ediyor bu gerçek.
yani...
sen benim kurduğum en parlak hayaldin.
kavuşmamız kadar,ayrılığımızda güzeldi...
şimdi en büyük hayal kırıklığımsın benim..."

(haşmet babaoğlu-haydi kıralım hayallerimizi)

o meu pe de laranja lima

--spoiler--

şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum.ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu.acı,insanın birlikte ölmesi gereken şeydi.kollarda,başta en ufak güç bırakmayan,yastıkta kafayı bir yandan öbür yana çevirme cesaretini bile yok eden şeydi...

--spoiler--

halide edip adıvar

--spoiler--

siz güzeller, bizim gibi güzel olmayanların, güzel dendiği vakit ne hissettiklerini bilmezsiniz. hatta söyleyen bir ihtiyar olsa bile.

--spoiler--

elif şafak

"kapalı bir sandığın içinde gün ışığına çıkmayı bekleyen, kıymeti bilinmemiş bir define değilim ben. hakkımda soracağın her sorunun cevabı üç aşağı beş yukarı sende saklı zaten. beni kefşetmeye çalışmanı da, keşfettiğini sanmanı da istemem. tanımak zorunda değiliz birbirimizi, daha bir arpa boyu tanımamışken kendimizi. başkaları hakkında edinilen bilgiler, çöplükten gelişigüzel çıkarılan yiyeceklere benzer. tadına varamayacak olduktan sonra, kokutmak zorunda değiliz beynimizde."

elif şafak - bit palas